Saturday, September 20, 2008
ABIMIN DOGUM GUNU
BUGUN ABIMIN DOGUM GUNU
Degerli Yaran
Her ne kadar “artik yazmayacagim” diyerek kendimize ve sizlere soz vermis, bu hususta togbe istigfar etmis isek de, yazmadan edemeyecegimiz konular da oluyor elbette.
Hayatimizin ortalik yerinde bir abi gercegimiz vardir ki, kendisine olan muhabbetimiz, ister istemez bizde, “gelde yazma” durumu yaratmaktadir. Usenmeyip bir miktar zorlansak, hakkinda degil roman, destan bile yazilabilinir kanaatindeyim.
BABAMİN OGLU
Muhtesem web sitesinin incelenmesinden de anlasilacagi uzere, kendisi nev-i sahsina munhasir denilecek turden, renk cumbusu bir adamdir. Sozu sohbeti bal kivamindadir. Boyle bir abi varligina sahip olmakla dostlarimizi kendimize gipta ettirip, dusmanlarimizi hasetlerinden cattadanak catlatmakta, toplar gibi de patlatmaktayizdir. Bedeni Amerika Birlesik Devletleri’nde mukimdir lakin, kahve fincani tabagi ebadindaki gozleri fezanin derinliklerinde, akli Culpan’da, fikri hastalarinda, gonlu Nilufer’de, ruhu memleketinde gezinmektedir. Bu karisik durumlar nedeniyle karizmasi tavana vurmustur.
Kendisiyle hukukumuz cok eskilere dayanmaktadir. Babamin oglu olmasi hasebiyle muhabbetimiz ucsuz bucaksizdir. Onu 1956 tarihinde tanidigimda, 10 yaslarindaydi. Galiba 11’inden de gun almisti. O tarihlerde sakali yoktu, bu nedenle sozu dinlenmezdi. Biyigi ise bese bes tek pota hakemsiz mac yapmakta idi ve kisa pantolon giyerdi. Saclari geceler gibi simsiyahti. İleriki yillarda beyaza boyatip imajini yenileyeceginden bahsederdi. Dedigini yapti. O guzelim piril piril siyah kadife gibi saclarinin rengini, degirmende agartmayip, hayatin engebeli dikenli yollari adli bir berberde actirdi. Buda yetmezmis gibi, yillar ilerledikce maki bitki ortusu kivamina gelen kaslarini da beyaza boyatti. O devirde, ok gibi hublarin kendisini yaydan yabana atacagi konusunda bir fikri yoktu. Dikenli yollarin dikenleri ve sarkilar onu henuz incitmemekte idi. Tarsus’ta mukimdi, butun dunyanin ve kainatin Tarsus oldugunu zannediyordu. Okuldan firar etmeye yeltendigi gunlerde (Bakiniz okuldan kacis isimli risalesi) Mersin adli bir ulkeye kadar gitmek uzere yola koyulur, yari yolda okul muduru tarafindan enselenerek gerisingeri donup gelirdi.
COGRAFYASI ZAYIFTI
Nasil bir okula gittigini merak ederdim ancak, o tarihlerde konusmayi bilmedigimden sorup ogrenemezdim. Zira okudugu dersler suphemi cekiyordu. Aksam olup babam eve gelince uzerinde Tarih, Cografya yazan ders kitaplarini cantasindan cikartip calismaya baslardi ama nedense bu kitaplarin kapaklari ile icinin muhteviyati arasinda gozle gorulur derecede celiski vardi. Mesela Tarih kitabinin yazari Emin Oktay diye bir adamdi fakat Tommiks Teksas diye birilerinden bahsedip, abimin kafasini karistiriyordu. Cok kiziyordum bu Emin Oktay’a. Sen kalk koskoca orta mektebe kitap yaz, bir tek Tommiks’den bahset. Olacak ismiydi bu. Hani neredeydi Hititler, Asurlular, Endulus Emevileri. Talim Terbiye Kurulu bu ders kitaplarini denetlemiyor muydu? Yuh olsundu be! Ne yapsindi benim abim bu durumda. Koskoca Hun imparatorunun yerine Tom Braks’in resimlerini kitaba basmislardi. Anli sanli Osmanli padisahlarinin at ustunde sefere giden resimlerinin yerine, Red-Kid adli siska kovboyun beygiri Duldul’un kisnemesini konu etmislerdi. Abim bu adamin atinin ve itinin maceralarindan ertesi gun yazili olup, ter dokecegini sanirdi ancak hocalar cok kallesti. Yazili sorularini abimin sular seller gibi calistigi konulardan hazirlamiyorlardi. Yazik degil miydi bu cocuga? Tarihi bilgileri zamaninda hifz edemediginden olsa gerek, Osmanli padisahlarinin neler yapip ettigini merak edip, kirkindan sonra kendi imkanlariyla arastirarak ogrenmek mecburiyetinde kaldi. Ulkemizdeki egitim ogretim sisteminin carpikligi taa o zamanlar baslamisti. Ders kitaplarinda islenen konular ile mufredat birbirini tutmuyordu. Evet, o tarihlerde okumam yazmam yoktu ama, bu garabet durumu hislerimle anlayabiliyor, dogrusu pek uzuluyordum. Konusamadigim icinde abimi uyaramiyor, yanlis dersler calistigini, bu gidisatin gidisat olmadigini, bu yollarda giderse doktor filan olamayacagini, olsa olsa tarihi cografyasi zayif bir copcu olacagini ifade edemiyordum. Neyseki babam hislerime tercuman olup, benim bu goruslerimi kendisine munasip bir dille aktariyordu.
Hakeza Cografya! O kitabin icinde de meridyenlerden, paralellerden dem vurulmuyor, Endonezya’nin yer alti kaynaklarindan, Hindistan’in ikliminden ve yeryuzu sekillerinden, Uganda’nin bitki ortusunden haberler verilmiyordu. Varsa yoksa Dalton kardesler, sumuklu it Rintintin ve Tommiks bahse konuydu. Kit’alarin haritalari bile yoktu da, abicigim buyuyunce bilgi eksikligi yuzunden, yakin bir yer zannedip Amerika’ya dogru yola cikmak mecburiyetinde kalacakti. Oranin nasil bir kit’a oldugunu yerinde gorup ogrenmeye kalkisacakti. Bu zararli nesriyati hifz edip imtihana girdigi vakit haliyle cuvalliyor, Cografyaci Omer’den direk gibi birleri alip geliyordu. Bu Omer denen adam dogrusu cok insafsizdi. Kirik not verdigi yetmezmis gibi, carsida pazarda babamin yolunu kesip, bu senin oglunun allah mustehakini versin cografya yazilisina yine calismamis zirzop diyerek serzenislerde bulunurdu. Kiziyordum ama ne yalan soyleyeyim adamin da isi zordu. Fikrine gore abim aslinda bir bucuktan ikilik bir talebeydi ancak kanaati icabi o yarim notu vermekte gucluk cekiyordu hakli olarak. Kanaatine gore de, 47. meridyendeki yeryuzu sekillerinden ve Agri ilimizin deniz seviyesinden yuksekliginden haberi olmayan bir adamin doktor olmasinin imkan ve ihtimali yoktu.
CETVELLER PERGELLER VE ABAKUSLER Babam bu durumlara haliyle cok ofkeleniyor ve bahtina kusuyordu. Efkarli bir babaydi. Allah evladin da hayirlisini versindi. Oglan ne yazikki bu durumdaydi. Kizlar da ondan geri kalmazdi. O pek guvenip begendigi ortanca kizinin da Pisagor bagintisindan haberi yoktu zaten. Bu essek sipasi da, dik acili ucgenin iki kisa kenarinin karelerinin carpiminin uzun kenarin karesine esit oldugunu ogrenmemekte direniyor, cetvelle olcup hesaplamayi tercih ediyordu. Bu inadi yuzunden kac cetvel kafasinda paralanmisti ama nafileydi. Kafa kafa degil, kabuklu yafaydi. Yedikleri onlerinde, yemedikleri arkalarinda, pergelleri saglarinda, iletkileri sollarinda, cetvelleri kafalarindaydi ama evin tum sipalari buyudukce essek olmaya azim etmislerdi iste. Babam, buyuk kiza da kerrat cetvelini bir turlu ezberletememisti. Altilara kadar ezberleyip, tikanip kaliyordu. Zaten hergun tekrar ezberlemek zorundaydi. Zira uyuyup uyaninca hafizasini kaybediyor, butun bildiklerini unutuyordu. Altilardan sonrasini omur boyu ezberlemeye de niyeti yoktu. En kucuk cocuk ise, evdeki kirtasiye malzemelerini kurcalarken abakusun boncuklarini yutmus, lazimliginda gorulen bir avuc boncuk manzarasi nedeniyle ebeveynine adam olacagi konusunda hayli umit vermisti ama ona da hic kulak asmamak gerekirdi. Heyhatti yani. Boncuklarin sahte oldugu tez vakitte anlasilmisti. Bu tekne kazintisi son model sipa da abi ve ablalarindan farkli degildi. O zamanlar, ergenlik caginda ya da hiperaktif durumda cocuk modasi yoktu. Bu tip cocuklar, halk arasinda da, tip dunyasinda da, pedagoji bilim dalinda da bir tek isim altinda toplanir, kisaca “essogluessekler” diye adlandirilirlardi. Bunlar da kendi aralarinda ikiye ayrilir, ergenlik yasindakiler “haylaz”, hiperaktifler ise “arsiz” olarak tanimlanirdi. Babam da, ipten kaziktan kurtulmus dort evlada sahip olmasihasebiyle bu cesitlerin hepsinden vardi. Adamcagiz daha kirk yasina bile varmamisti ama son oniki yil icinde boyle bir hazineye sahip olmustu iste. Esek sipasi surusunun cobanligi mesakkatli isti. Hele su oglanin cografya notlari, adami insan icine cikamaz hale getiriyordu. Cografyaci Omer’in cenesi durmuyordu. Kucuk yerde dedikodu isik hiziyla yayiliyor, esnaf, tuccar,memur ve zanaatkar butun Tarsus ahalisi “cografyasi zayif Timur” un babasi geciyor diye yollara dokulup, tecessusle adamcagizi inceliyorlardi.
Sanki o devirde “cografyasi zayif cocuk babasi” kitligi vardi da adamcagiz az bulunan Bursa kumasi gibi ister istemez gundemin tepesine oturmustu. Zavalli babacigim oglunun cografya ozurlu olmasindan duydugu derin kompleksi ceyrek asir ustunden atamamisti. Abimin Amerika’dan isiyle ilgili hayirli haberleri geldiginde bile esin dostun tebriklerini kabul etmeyip, yok yahu bu oglan bir baltaya sap olamadi diye esefle basini sallamisti.
Abimin balta sapi olmak uzere egitildigi yillarda, okul haricinde bir cok mesguliyeti vardi. Buyuyunce orta siklet halter sampiyonu olup, olimpiyatlara katilma muradinda idi ve kendi halterini kendin yap ilkesinden hareket ederdi. Bahcede halter imalati yapmasini dikkatli bir hayranlikla izlemistim. Bir takim tenekelerin icini cimento ile doldurur, uzun demir bir cubuk ile birbirine baglardi. Tenekelerin uzerinde halter yazdigini zannederdim fakat abim “en nefis Ayvalik zeytinyagi” veya “Vita yagi” yazdigini soyleyerek beni aydinlatmisti. Okuma yazmayi simdiki cocuklar gibi televizyon reklamlarindan degil, yag tenekelerinden ogrenmistim fakat ilk hecelemelerimde bayagi bir kavram kargasasi yasamistim. Leblebi tozu ve sakiz alisverislerimi mahallenin mutena marketi Toros Bakkal’dan yapardim. Toros bey amcaya okuma yazma bildigimi belli etmek istedigim bir gun rafta duran yag tenekelerini gosterip, su Halter yaglari kac kurus diye sorup, hayranligini kazanmistim.
Abim uzun cabalar sonucu imal ettigi halteri genellikle kaldiramaz, ne zaman fitik olacagi hususunda hepimizi merakta birakirdi. Silkme ve kopartmada hicde muvaffak olamiyordu. Zira halterleri cussesinin iki misli agirdi. Kifayetsiz muhteris sozcugunun anlamini ve cumlede kullanilisini babamdan bu vesile ile ogrenmistim. Biraz tevazuu sahibi olup, beser onar kiloluk tenekeler yerine, ulkede yeni cikan ikiyuz elli gramlik Sana yagi paketlerini kullansa daha iyi olmazmi fikrinde idim. Ortasina da demir boru yerine ince bir tel gecirir, rahat ederdi. Adam yerine konulmadigimdan, bu akillarima ve fikirlerime itibar etmezdi. Ari gibi caliskan bir abiydi.
HİNDİSTAN CEVİZLİ LOKUMBURGER VE CAMLİCA GAZOZU
Tenekelerin icine basistirdigi cimentonun kurumasini beklerken bos durmazdi. Dosdogru Dulger Carsisinin yolunu tutar, istedigi kalitede topac “cektirmeye” giderdi. (bakiniz Fikir Ucusmalari ve Chandler Yalpasi isimli risalesi). Buyuk bir istiyakle dondurdugu topacini iftiharla seyrederken haliyle basi doner, birseyler atistirmak uzere mutfaga kosardi. Yiyeceklerini de kendisi imal etmek taraftariydi. Ulkemize ilk “burger” anlayisini getiren oydu. Sayesinde hamburgerden once lokumburgeri gorup ogrenmistik. İki biskui arasina tikistirdigi uc adet lokumu alelacele yedikten sonra, aldigi enerjiyi yakmak uzere futbol maci yapmaya kostururdu. Mac sonunda, evin yakininda kendi halinde akan boklu deredeki kurbagalarla muhatab olmaya giderdi. Tahminime gore, virak virak sen bu isleri birak konulu sohbetler ediyorlardi. Kurbaga dostlari ile yaptigi mutad gorusmeden donerken dere kenarindan birkac kargi toplar getirirdi. Anlayacaginiz isi hic bitmezdi. Surekli mesguldu. Gunde birkac ucurtma yapmasi gerekirdi. Himmet gosterip bir ucurtmada bize yaptigi zamanlar olurdu. Gok kubbede nazli nazli ucusan ucurtmasi yer yuzune indiginde, ona Culpan ve diger gezegenlerden haberler getirirdi. Gok kubbe ile ilgili ilk havadisleri bu sayede edinmisti.
Bunca faaliyetten sonra, Tarsus’un kavurucu sicagi ile basedebilmek icin agacta yetistirdigi el emegi goz nuru Camlica gazozundan bir tane kopartip icerdi. Evet gazozu da kendisi yetistiriyordu. Bu gazoz tarimi isine, beni ve akranim degerli kuzenim Hasan’i mutlu etmek amaciyla bulasmisti. Sabahlari uykusundan fedakarlik edip, bir kasa gazozu agaca baglamak suretiyle, ziraatciligini de kanitlamisti. İtimad edilecek bir abiydi, her soyledigine ve yaptigina kayitsiz sartsiz iman etmek durumundaydik. Sabahlari uyanip, bahcemizin mumbit topraklarinda yetisen bir agac dolusu gazozu gorunce, vay be yeni gazozlar acmis deyip, bize bu abiyi nasib eden rabbimize dualar ederdik. Sayesinde dalindan taze koparilmis organik gazozlar ile buyuyorduk. Hasan, bakkal Toros bey amcaya, sattigi gazozlarin son kullanma tarihinin gecmis olabilecegini, bizim bahcede yetistirdigimizi ve taze taze ictigimizi soyleyip hakaret bile etmisti. Abim, gazozlar kurtlanip curumesin diye arasira gazoz agacini ilaclardi. Tam da isi ilerletip, portakal agacina asilama yaparak portakalli Fanta gazozunu imal edecekti ki, biz aniden buyuduk.
Otuz yasimiza gelip, hani ne oldu bizim meyveli gazozlar diye soracak oldugumuzda, hic bozuntuya vermeyip, essek kadarsiniz calisip para kazaniyorsunuz ahacik marketler surada iki litre alip icin diyerek azarlayip terslendiydi. Bizim gul hatirimiz icin omur boyu gazoz tarimi ile ugrasacak degildi ya.
SANAYI, TARIM, TICARET
Yogun islerinden artan zamanlarinda ticaretle ugrasmaya karar vermisti. Haslanmis misir satacakti. Bu misir sektorunun kar getirecegini umuyordu. Annemi kendisine sponsor yapip, yirmi- otuz kocan misir haslattirdi. Annemin abim ile diyalogu fevkaladenin fevkindeydi ama yinede nedense her gorusmelerinin sonunda, annem cephesinde lahavle ve la kuvvet durumu hasil olurdu. Bahce verimliydi, gazoz tarimi yapiliyordu ama misir ekilmemisti. Annem yegane oglunun ticarete olan istidadini koreltmemek icin misir alisverisine cikti. Lahavle kimbilir bu cocuk ilerde popcorn krali filanmi olacakti neydi? Mani olmamaliydi. Mustakbel misir kralinin valide sultani olma ihtimalini göz onunde bulundurarak, hasladigi misirlari “helke” tabir edilen galvaniz bir kovaya doldurdu ve bir is adamina sponsor olmanin telasiyla beklemeye basladi.
Bir-iki saat sonra misir satisindan sermayeyi kediye yuklemis olarak donen abim, iflas nedeniyle ticari hayatina ara verdigini beyan etmek zorunda kalmisti. Musteri profili dostlarindan olusuyordu ve onlardan para almasi misircilik etigine aykiriydi. Hepsini ese dosta bedava dagitmis ve helal etmisti. Kovada kalan son misirini da anneme hediye edip gonlunu aldi. Anasi oglunun murruvetini gormekten ve ucretsiz misir yemekten cok hosnut kalmisti dogrusu. Bu vesile ile de, yine babamdan sermayeyi kediye yuklemek deyimini ve cumlede kullanilisini ogrenmistim. Uzerinde misir kovasi ile dolasan bir kediyi gozumun onune getirmeye calismistim ama muhayyilem kifayet etmemisti. Halen ne zaman bir iflas konkordato haberi duysam, gozumun onunde sirtinda misir kocani ile kosusturan bir kedi canlanir.
SOFRA MUHABBETI
Bunca mesakkate ragmen, aksam olup hava kararinca da bitab dusmezdi. Aksam yemeginden once, gun boyu ortalikta gorunmeyen ortanca kizkardesini bulup getirmek zorundaydi. Hiyerarsik duruma gore, herkes bir alt yastaki kardesine mukayyet olmakla gorevliydi. Bu sebepten akillara ziyan ortancayi arama isi ona dusuyordu. Bu kizin yeryuzunde bulunmasi pek nadir bir olaydi. Genellikle agaclarin tepesinde efkar dagitiyor olurdu. Derdinin dermani yoktu. Omrunu, lazimligi boncukla dolu kucuk kardesini kiskanmakla tuketiyordu. Abisi, birkac mahalleyi bagirarak dolastiktan sonra bu tuhaf yaratigi bir agacin tepesinde bulur ve dere kenarindan koparttigi kargi marifetiyle dallari silkeleyerek asagiya dusurup eve getirirdi. Toz, toprak, yara ve bereden mutesekkil yarim kahkullu ortanca, eve gelince hasat vaziyette sofraya serilirdi. Yorucu bir gunun sonunda yemek yemeye mecali kalmadigindan, tabagindaki pilavi yastik niyetine kullanip uyuklardi. Abim, gorevini layiki vechi ile yerine getirmenin verdigi ic huzuru ile sofraya oturur ve bu defa kendisinden bir yas buyuk ablasini huzursuz etme isine baslardi. Gerek masanin altindan ayaklarini kullanarak, gerekse kas ve goz isaretleriyle zenginlestirilmis muazzam mimik kapasitesini devreye sokarak, Oya’nin “Oya Oya yagliboya” oldugunu, burnunun kemer patlicanina benzedigini ve ona daha neler neler yapacagini hic konusmadan ifade etmek zorundaydi. Zaten gece yatmadan önce de hepimizi yatagimizin altinda yasayan oculer hususunda mutlaka uyarırdı. Butun bu isleri gizlice ve sadece ablasinin anlayabilecegi bir uslup ile yapmaya gayret ederdi. Zira babam her daim, her yerde ve ozellikle sofrada Demokles’in kilici gibi tepesindeydi. Laubaliligi affetmez, yemekte disiplin ve asayise onem verirdi.
En buyuk kizinin ortada hicbir sey yokken ve de durup dururken aglamaya baslayip sizlanmasina hicbir mana veremeyip asabi bozulan babamiz, bu duruma onlem olarak kerrat cetvelinin en zor sorusu olan yedi kere dokuzu ve alti kere sekizi sorar, tabiî ki cevabini alamazdi. Bu durum karsinda hayretler icerisinde kalirdim. Bir yandan annemin tabaginin icine tukure tukure uc dort adet disimi kullanarak yedigim yemegimi cignemeye calisir, diger yandan derin dusuncelere dalardim. Koskoca babam, kerrat cetvelini bilmiyor muydu da devamli bu uc cocuga sorup ogreniyordu. Daha dogrusu surekli yanlis cevaplar alip, ogrenemiyordu. İnsan gizlice parmak hesabi yapar, coluk cocuga sormaya tenezzul etmezdi. Buyuyunce cocuklarima sorup rezil rusva olmamak icin bu kerrat cetvelini yeni adiyla carpim tablosunu hemen ogrenmeye karar vermistim.
Babam, sofrada cocuk egitimi calismalarini azimle surdururdu. Pilav ustunde uyuyan ortancaya, burnunun patlicana benzedigini ima eden kardesi yuzunden aglayip zirlayan buyuk cocuguna, cografyasinin zayifini umursamayip ablasina gizlice satasan ogluna, annesinin tabagindaki yemegi ortaliga sacmakla mesgul tekne kazintisina ragmen, meshur nutuklarindan birine baslardi. Dinleyici kitlesinin ahval ve seraiti, gaflet ve dalalet icinde olmasi bile sevkini kirmazdi. Hepimiz tarafindan fevkalade kaniksanmis, kelimesi kelimesine ezberlenmis alti yedi cesit nutugu vardi. Sayesinde, buyuyup cocuk sahibi olunca yeni nutuklar bestelemek zorunda kalmayacak, mevcut nutuklari sablon yapip, bir miktar guncellestirerek kullanacaktik. Nutuklari numaralandirmistik. Mesela dort numarali nutugu “okursaniz da kendinize, okumazsaniz da kendinize” baslikli bir nutuktu ve domi klasik nitelikte idi. İlerde rahatlikla kendi evlatlarimiza uygulayabilir, OKS ve OSS sinavlarini gozonunde bulundurarak guncellestirip, rahatlikla kullanabilirdik. Bes numarali nutuk, muhtemel bir baltaya sap olamama durumuna karsi hazirlanmisti. Bir hayli uzundu. Corba servisi sirasinda baslar, tatli veya meyve servisinin sonunda nihayet bulurdu.Cografya ve cebir ikmal sinavlari oncesinde sıkca atilan bu nutugun son cumlesi daima, “kisin yediginiz hurmalar, yazin kicinizi tirmalar” seklinde biterdi. Bir kulagindan girip obur kulagindan cikma deyimini de bu vesile ile ogrenmis, abimin ve ablalarimin kulaklarini izlemeye alarak, bu hayati onem arz eden laflarin ne sekilde cikip, nereye gittiklerini kontrol etmeye cabalamisimdir.
Babam sofradaki arbede katsayisinin en yuksek oldugu anlarda, kartal gibi bakislarini uzerimizde gezdirerek ve sesinin volumunu ey Turk gencligi birinci vazifen kivamina getirerek sozlerine baslardi. Gittikce yukselen sesinin etkileyici tonundan, iki buyugun didismesi siddetini kaybeder, pilavin uzerinde uyuyan bile silkinip uyanirdi. Elimde tuttugum kemik ile kafami kasiyarak dinledigim bu nutuklar ile, bende kissa ve hisse kat sayimi yukseltir, bircok deyim ve terim ogrenirdim. Mesela “ellerin sipalari”nin en buyuk rakiplerimiz olduguna, bunlarin meziyetlerine ve ne ise yaradiklarina hep bu aslan ayakli yemek masasinda vakif olmusumdur. Hayatim boyunca bahse konu “ellerin sıpaları”ndan tirsmisimdir ve gordugum yerde onlara karga kardes tuyleriniz ne kadar guzel diyerek itibar ve iltifat etmisimdir.
Eskiden cok eskiden boyleyken boyle idik. Hayat guzeldi, mazi yoktu, ati vardi. Bildigimiz tek sarki, daha dun annemizin kollarinda yasarken idi ve bizi incitmezdi. Cerceveler henuz bostu. En onemlisi henuz kimse olmemisti. Butun bunlar eskidendi cok eskiden.
Bugun abimin dogum gunu. Kutlu olsun. Cerceveler torunlarinin resimleri ile dolsun…
BIRNUR
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment